10 Eylül 2009 Perşembe

Su Ve Çetin

Kapı çaldığında sürüngen bir uykuyla mekik dokuyordu Su yorganla yastık arasına. Kapının çalmadığını, kapının çaldığını sandığını duyumsamayı istedi. Kapının zili alıcı edasıyla tekrar çarptı evin mavi duvarlarına, oradan da Su’nun odasına yol aldı hızla. Sefil bir vaziyette kalktı Su, başı dönmüştü ani kalkışından. Kapının ortasındaki buzlu cama çarptı, cam birkaç milim esnedi, Su da esniyordu. Cam soğuktu, Su da soğuktu. Su hep soğuktu zaten, hep üşürdü… Tekrar çalmasına mahal vermemek için aceleci adımlarla yürüyerek açtı kapıyı. Çetin’di gelen, canhıraş bir halde karşısında duruyordu Su’nun. Bir elini duvara dayamış, hafifçe öne eğilmişti. Sanki kilometrelerce koşmuş ve yığılmak için de orayı bulmuş gibiydi. Su’yu görünce doğruldu. Utandı Su, saçını toplasaydı bari. Kıyafetinden utandı, şişmiş gözlerinden utandı, gözlerindeki utancı Çetin’in fark etmesinden korktu, korkusundan utandı, utanç duygusuna lanet etti o an. Pişman oluverdi hemen, en olmadık duyguların peş peşe sıralanmasına müsaade ettiği için, boğuluyordu mücerredatın içinde, mücerredat ansızın ortaya çıkan bir ürperti gibi yayılıyordu Su’nun bedenine, diken diken ederek tüylerini. Çetin’in bu suskunluğu bozmasını diledi. Oysa Çetin suskunlukları severdi, suskunun iki insan arasındaki soluma mesafesindeki tüm oksijeni yakmasına müsaade ederdi, şikayet etmezdi bundan. Gerginlik yaratmadığı gibi, yaratılan gerginliği bozmak gibi bir adeti de yoktu, hiç olmamıştı. Çetin “girebilir miyim?” dedi. Su’nun utancı yerini şaşkınlığa bırakmıştı, şaşkınlığı fark edip etmediği endişesiyle baktı Çetin’in yüzüne. Su’nun yüzünde resmi geçit yapan duyguların arasında şaşkınlığı esamesi bile okunmuyordu. Neden sonra fark etti Çetin’in karşısındakinden önce konuşmamak kuralını ihlalini. Bir şeyler ters gidiyor olmalıydı. “Gel” dedi. Ağır aksak adımlarla içeri girdi Çetin. Dizini yere koyarak eğildi, siyah botunun bağcıklarını çözdü. Sanki içerde bir yığın insan ona bakıyor ve Çetin’in gözlerinden zoraki selam vermenin gerginliği okunuyor gibiydi. Oysa evde Su’dan başka kimse yoktu. Belki de buydu Çetin’i rahatsız eden.

“Geç otur” dedi Su, “ben çayın altına su koyayım.” Mutfağa geçti Su, salona geçti Çetin. Kadife bordo kumaşlı, tek kişilik koltuğun ucuna oturdu, avuçlarını diz kapaklarına koydu. Biri koltuğa çarptığında düşüverecek bir yastık gibi duruyordu oracıkta. Birkaç yıldan beri aşina olduğu eskimiş halının desenleriyle göz göze geldi, selamladı onları eski bir dost edasıyla, ağır başlılıkla. Su demlikteki çaya baktı, sabah demlenmişti. Akrep akşamüstü olmasının yorgunluğuyla usul usul ilerliyordu, güneş de şehrin beş katlı apartmanlarının hizasındaydı artık. Eskiydi bu apartmanlar, güneş vurunca, bodrumda unutulmuş, tozlanmış tablolar gibi daha eski gözükürlerdi.. “Tadı kaçmıştır bunun şimdi” dedi mırıldanarak “yenisini demlemek lazım.” Ağır ağır demliyordu çayı… Çaydanlığa su koyarken yüzeyde gezinen kireç parçalarına baktı, boşalttı birkaç kez suyu, iyice bakındı içine, başka kireç kalmamıştı. Koydu ocağa, yaktı ocağı kibritle. Söndürdüğü kibriti kutuya koydu tekrardan, her şey geldiği yere gitmeliydi. Mademki insanoğlunun kaderi toprağa dönmekti, insanoğlunun eliyle yarattığı her şey de geldiği yere gidecekti. Ha yaşanmış bir ömür, ha kullanılmış bir kibrit, ikisinin de tükenmişlikten başka bir özelliği yoktu. Hatta kibrit çöpü bir adım önde bile sayılabilirdi, tükenmişlikten önce bir işe yaramıştı, ocağın altını yakmıştı. Oysa ömür, yaşanarak ya da geçiştirilerek biterdi ve başka bir mekanda başka bir zamanda vuku bulmazdı.

Su da Çetin’i günlerini yaşamaktan ziyade geçiştirmeye ayırdığı* zamanlarında tanımıştı. Bir kitap tanıştırmıştı onları. Sevdi Su Çetin’i, benimsedi, gitmesin istedi. Gitmedi Çetin, hiç gitmedi. Su her gittiği yere Çetin’i de götürmeye başlamıştı farkına varmadan. Onunla konuşurdu kendi kendine. Çetin’in onu duyduğuna inanırdı hep. Çetin’e göstermek için yeni kitaplar alırdı, Çetin’se onları çoktan okumuş olurdu. Söylemezdi bunu Su’ya, bir daha okurdu. Aralarındaki diyalog farklıydı, çok konuşmazlardı. Birlikte olmadıkları zamanlarda ne yaptıklarını anlatmazlardı birbirlerine. Kimse diğerinin alanına müdahale etmezdi. Konuşmak isteyen susturulmaz, anlatmak istemeyen zorlanmazdı. Aynı türküleri sevmenin hazzını yaşarlardı gizliden. Çetin geldiğinde dinlenilen türküler, bir dahaki görüşmeye kadar Su tarafından farkına varılmadan ezberlenilmiş olurdu. Bilerek yapmazdı Su bunları, o yokken de onu yanında taşıdığı için oluyordu tüm bunlar. Okuduğu şiirlerden beğendiği dizelerin altını çizmesi, ona göstermek için olurdu. Çetin fark ederdi bunları, oysa Su Çetin fark etsin diye bir çaba göstermezdi. Beraber hiç kahkaha atmamışlardı, birbirlerini hep bir tebessümle yanıtlarlar, tebessümleri gözlerinde gülerdi. Ve hiç ağlamamışlardı birbirlerinin yanında… Su tekrar yaşamaya başlıyordu. Biraz zorlanıyordu hayatın akıcılığına yetişmekte, ama Çetin ona destek oluyordu, destek olmak için bir şey yapmasına gerek kalmadan…

1 yorum:

  1. bu, hikayenin tam metni değil, üstelik yazarın adı da belirtilmemiş. Dergiden alıntıladığınız yazılarda derginin de ismini vermeniz gerekirdi..

    YanıtlaSil