9 Eylül 2009 Çarşamba

Çatıdaki...!

Plak yavaşça dönüyordu. Ona kapılarak yatakta dönerek uyumaya çalışıyordum. Bedenim duygularıma yenik düşmüştü. Ona o kadar bağlıydım ki. Dünyamı böyle mutsuz ve soğuk bırakarak gitmesi mi gerekiyordu ? Geride sadece fotoğraflar ve şarkılarımızın bulunduğu plaklar kalmıştı. Son 3 yıldır hayata umut kapılarımı kapatmıştım. O eski günlerdeki umutlu suratımdan eser yoktu. En önemlisi de müzedeki tablom yani o yoktu. `Ona tekrar sahip olmak için her şeyimi feda edebilirim.` şarkı sözleri aynen beni ifade ediyordu. Artık sabah olmuştu. Perdemi araladım ve o günlerden ayağımı basmadığım sokaklara bir göz attım. Her şey yine durgun, sakin, umutsuz. Belki de sadece bana öyle geliyordu. Çünkü aradığım şey sokaklar da değil kalbimin derinlerindeydi. Her nedense ona ulaşamıyordum. Uykusuzluktan gözlerimin altında morluklar oluşmuştu. Çünkü her gece dönen plaktan gözlerimi ayırmadan onu izliyor, dinleyerek ağlıyor, içimi döküyordum. Aynada suratımı biraz inceledikten sonra odamın kapısını gıcırdatarak açtım ve arkamdan kapıyı örttüm. Karşımda üst kata çıkan kasfetli merdivenler duruyordu. Son 2 aydır oraya çıkmamıştım. Çatı katındaki odanın kapısını kilitlemiştim. Oraya asla gitmeyecektim. Ama her şeyin değiştiği bugün geldi. Gözlerimi kapadım ve adımlarımı merdivenin başına doğru attım. Aylardır adımlarımı atmadığım o merdivenlerden çıkıyordum. Merdivenin üzerindeki kırmızı kaplama tozdan turuncu tonlarına dönmüştü. Fazla bakımsız kalmış gıcırdıyordu. Merdivenlerden geçtikten sonra sonunda karşımda o korkunç odanın kapısı duruyordu. 2 ayda bir kapı ne kadar kirlenebilir, eskiyebilirdi ? Son 10 yıldır kullanılmayan bir kapı gibi duruyordu. Duvardaki minik dolabı açarak içinden bir anahtar çıkardım. Daha sonra ürkek adımlarla kapıya tekrar yaklaştım. Anahtarı deliğe soktum. Çoktan ağlamaya başlamıştım. Her ne zaman onu ve bu katı aklıma getirdiğimde göz yaşlarım süzülüyordu. Kapı gıcırdayarak açıldı, içeri girdim ve direk duvarda asılı olan tablolara uzandım. Ellerimi resimlerde gezdirerek onun o suratını okşamaya çalışıyordum. Daha sonra etrafıma baktım. Oda çok bakımsızlaşmıştı. Tavanda kırmızı lekeler, camlarda çatlaklar, köşelerde ise örümcek ağları vardı. `2 aydır bakılmayan bir oda için fazla bakımsız görünüyordu. Ahşap tahtalar ise gıcırdamaya çoktan başlamıştı. Resimlere bakarken artık göz yaşlarım bardaktan boşalırcasına dökülüyordu. Mavi kazağımın koluyla göz yaşlarımı sildim ve ilerledim. Ailemden geriye kalan sadece bendim. Herkes teker teker nereye gidiyordu ? Daha 1 hafta önce halam İrene`yi kaybetmiştim. Bilinmeyen sebeplerle ailemdekiler ölüyordu. Şehrin tüm polisleri olayı araştırıyorlardı ama . bulunan sadece `hiçbir şey`di. 3 yıldır herkesi kaybediyordum. Ama en kötü olanıda 3 yıl önce olandı. Christopher`ı kaybetmemdi. Ona o kadar çok bağlıydım ki onu kaybetmemle hayata dair her şeyimi kaybetmiş olmuştum. Onu çok seviyordum. Tayland asıllı Christopher`ın Tayland`da kaybolduğu haberleri vardı ama o gece Christopher benim yanımdaydı. Her ne olduysa o gece olan kavgamızdan sonra oldu. Sabah kalktığımda ne Chris ne de ona dair bir şeyler vardı. Bunları hatırladıktan sonra göz yaşlarım sel olmuştu. Oda da ilerlemeye devam ettim. Duvarlardaki `First i need your hand and forever can begin` sözleri gözümden kaçmadı. Bu söz Chris`in bana her zaman söylediği en güzel sözlerindendi. Odanın ucundaki sandık beni çok şaşırtmıştı o sandıkla ilgili her şey hafızamdan silinmişti, hatırlamıyordum. Sandığın başına gitmek için çok uğraştım. Kabarmış ahşap tahtalar yürümemi zorlaştırıyordu. Sandığın başına gittim oturdum, hala sandığa dağir aklımda hiç bir şey canlanmıyordu. Sandığın üzerindeki kilit dikkatimi çekti. Acaba anahtarı neredeydi ? Bu sandık nasıl buraya gelmişti ? Peki en önemli olanı bu sandığın için de ne vardı ? Kapının anahtarının sandığa uyacağını düşündüm. Doğruldum ve kapıya doğru koştum. Anahtarı kilitten çıkardıktan sonra sandığın yanı başına oturdum. Anahtarı kilide sokmakta baya çaba harcadım ve sonunda tak diye bir ses geldi. Bu ses kilidin açılma sesiydi. Sandığın kapağını kaldırdım ve sandığın içinden toz bulutları yükselmeye başlamıştı. Oda zaten kötü kokuyordu sandığın açılmasıyla daha kötü kokmaya başlamıştı. Cam çatlakları arasından esen soğuk rüzgarla birden irkildim ve doğrularak ayağa kalkmaya çalıştım. Rüzgarla birlikte çatı katının kapısı gıcırdayarak açılıp kapanmaya başladı. Yavaş adımlar atan ayak sesleride duyuluyordu. . Sanki kapının açılıp kapanmasını sağlayan şey o adımlardı. Kapının önünden birinin geçtiğini hissetmeye başladığımda gerçekten çok korkmuştum. Evde yaşayan sadece bendim, o zaman bu kimdi ? Delirmeye yani hayali şeyler görmeye mi başlıyordum ? `Ben mi delireceğim ? hah!` dedim kendi kendime. Çatıdan tıkır tıkır sesler gelmeye başlamıştı ayak seslerinin ardından. İyice korkmuştum. Kapının birden kapanmasıyla yerimden fırladım. Neler oluyordu ? Duvarın köşesine çekildim yani sandığın yanına. Sandığın üzerindeki tozlu örtüyü üzerime çektim. Titriyordum.. `Kim var orada?` diye seslendim. Tık tık diye başlayan su damlası sesleri sanırım bana bir cevaptı. Bununla beraber bu su damlalarından kafamada damladığını hissettim. Elimi başımın üzerine uzattım ve su damlalarını hissetmeye çalıştım. Elim damla damla olmuştu. Elime baktığımda elimde lekeler görüyordum. Oda pek aydınlık olmadığı için elimdekinin ne olduğunu anlayamamıştım. Örtüyü üzerimden attım ve ayağa kalktım. Su damlasının aktığı yerin altında duruyordum. Suratıma şıp şıp geliyordu damlalar. Damlalar suratımdan akmaya başlamıştı. Başımı eydim ve cama doğru baktım. Kırık camda net bir görüntü yoktu ama suratımı seçebiliyordum. Kendimi gördüğümde çığlığı bastım! `Aman Tanrım!` diyerek bağırmaya başladım! Suratımdaki kan lekeleriydi! Hareket edemiyordum olduğum yerde kalmış yansımama bakıyordum. Vücudumun her yeri kırmızıya boyanmaya başlamıştı. Bunu gördükten sonra daha kuvvetli bir çığlık attım. Çatı katında neler oluyordu ? Bu . kan da neyin nesiydi ? Çığlık atarak odadan çıktım. Merdivenlerin aşağısında odamın kapısı duruyordu, bulunduğum odanın yanından çıkan dar merdivenlerin ucundada çatı boşluğu vardı. Seçimi yapmak zorundaydım. Ya inip yıllardır elimi almadığım telefonu kullanarak polisi arayacaktım ya da o merdivenlerden çıkacaktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder