14 Eylül 2009 Pazartesi

Kahrolası Gururum (1)

Temmuzun sonu, ortalama sıcaklığın otuz derece civarında dolaştığı yaz günlerinden birinde, işimden çıkıp eve dönmek için otobüs durağına çıkmıştım. Sıcak ve telaşlı bir gün sona ermiş, mesai saatinin bitmesi ile kalabalıklaşmış durağa yürüyordum. Akşam saatleri olmasına rağmen, gün boyu klimalı ortamda çalıştığım için sıcaklığın tam farkına varamadığımdan dışarı çıkar çıkmaz terlemeye başlamıştım. Biraz bekledikten sonra gelen araca bindim ve boş bir yere oturdum. Çantamdaki romanı çıkarıp okumaya başladım. İşe geliş ve gidişlerde bu zamanı okuyarak değerlendiriyordum genellikle.
Otobüs hastane durağına gelene kadar pek dolmamıştı. Ama hastane durağı her zamanki gibi çok kalabalıktı gene. Mesai saatinin de bitmiş olması nedeni ile her kes evlerine dönüyordu.

Arka koltuklardan birinde oturuyordum. Gözüm birden gelen genç bir kıza takıldı. Yüzünü görünce oldukça şaşırmıştım. “ Aman tanrım Neslihan bu” dedim kendi kendime. Sonra da “saçmalama, Neslihan şu an kırk beşin üstünde olması gerekli, bu kızcağız olsa olsa yirmi çivarlarında” diye geçirdim aklımdan.

Kız başka boş yer bulamayınca yanıma oturdu. Kıza dönüp hafifçe gülümsedim. Hiç vakit kaybetmeden lafa girdim.
— Çok özür diliyorum. Neslihan adında bir arkadaşım vardı. Ona o kadar benziyorsunuz ki.
— Neslihan Bilgiç’ten mi söz ediyorsunuz?
— Evet.
— Annemdir benim.
— Çok sevindim sizi tanıdığıma. Neslihan çok eski bir arkadaşımdı. Ama neredeyse yirmi beş yıldır görmüyorum onu. Umarım iyidir.
— Şu an hastanede. Zor anlar yaşıyor.
— Hayırdır? Çok üzüldüm, nesi var?
— Onunla görüşmediğiniz zaman içinde bilemediğiniz kötü günler geçirdi, özellikle babamın ölümü onu çok üzmüş anladığım kadarıyla, o konuda bilginiz var değil mi?
— Sadece duydum. Ama Neslihan’ı arayamadım o sıra. Tanrı rahmet eylesin, şahadet mertebesine ermek her kula nasip olmaz.
— Uzun yıllar bir şey olmadan yaşadı. Ama son üç yıldır meme kanseri ile savaşmakta. Geçen yıl da bir operasyon geçirdi. Şimdi de kemoterapi görüyor.

Üzülmüştüm gerçekten. Onu en son olarak, yıllar önce askere giderken görmüştüm. Yapmış olduğu küçücük bir hata yüzünden ayrılmıştık. Gece saat onda kapımı çalıp benden sigara istemişti. Aslında amacı beni görmekti, biliyordum. Ama bunu annem ve babama anlatmak çok zordu o dönem. Her ikisi de, bu nasıl bir kız böyle gecenin bu vaktinde sigara istemek için kapı mı çalınır diye tutturdu. Sonuçta ben de karşı çıkamadım onlara. Bir daha da görüşemedik Neslihan’la. Ben askere gittim, adresimi bulup bana sürekli yazdı. Hiç yanıt vermedim ona.

Yedek subay olup, izinli olarak geldiğimde de evlendiğini duydum. Dört ay içinde bir pilot teğmenle tanışıp evlenmişti çarçabuk. Kısa ama çalkantılı bir ilişkimiz olmuştu onunla. Diğerlerinde de olduğu gibi o sevmişti sadece. Bense yine mantığımın ardına gizlenmiştim. Kalın zırhımın, geniş kalkanımın ardına yani. Aklımca bu şekilde koruyabilmiştim kendimi. Ama geçen zaman içinde anladım ki ben de sevmişim onu.
Hani derler ya "zaman en iyi ilaçtır dertlere" diye, siz inanmayın buna. Hep böyle değildir çünkü. Şefkatli bir dost, bir anne gibi, bazen bir hemşire veya bir sevgili gibi görünmesi zamanın, tıpkı ay gibi sadece bir yüzünü göstermesindendir insanlara. Bana göre zaman en acımasız, en yetenekli katildir. En umulmadık anda hamlesini yapan, sardığınız yaraları büyük bir keyifle kanatan... Geç oldu ama anladım zamanın gürzleri karşısında hiçbir kalkanın ve zırhın sağlam kalamayacağını. Yine yüzünü göstermiş ve yapacağını yapmıştı zaman.
( Devam edecek )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder