10 Eylül 2009 Perşembe

Kırık Karanfil

Her şeyin ilk günkü büyüsünü korumasını isteyecek ya da bunun olacağına inanacak kadar budala ve sevimliydi. Heyecanlı, çocuksu, hüzünlü…

Kadın kırmızı kalın ketenden büyük çantasını tam da bu sahneye yakışır bir tavır ve çabuklukla omzuna çapraz olarak astı. Çantasından anahtarını da sırf bu yüzden çıkardı. Anahtar şıkırtısı hüzün imgesi taşır neticede. Sahneye uygun olsun diye. Umursamaz bir ifade yapıştırdı dudaklarının kıvrımına. Çenesine doğru sızan yasak kelimeleri adam görmeden parmağının ucuyla sildi, hadi gidelim, dedi.

Ortada duran bir tür kabullenmişlik miydi? Sanırım tam da öyleydi. Şehir akıp gidiyordu sokakta. Ayaklarını sürüyerek yürüyordu kadın. Tam da bezmiş ve sıkılmış bir tavırla. Adam ise küçük ve hareketli atıyordu adımlarını, seker gibi. Sürekli bir heyecan, hareket, enerji. Ellerinde, gözlerini kırpışında, kafasını yana doğru çevirip bakışında.

Bir süre daha elinde oyaladıktan sonra çantasına bırakıverdi anahtarını. Pirinçten yapılma kırmızı boncuklu anahtarlık, tam da parfüm şişesinin üstüne düştü ve bir kez daha şıngırdadı ortalık. Her şey hareketliydi işte. Sokak, şehir, akıp giden insan seli, anahtarlık, parfüm şişesi… Bir derdi vardı kadının ama neydi?

İnsanoğlu, dedi aniden. Her şeyi kendi yaratıyor, hislerini bile. Hatta her şeyin sebebi kendi yarattığımız hislerin kontrolünü kaybettiğimizden.

Büyüyü biz yarattık. Gerçek değildi ki kaybedelim. Sonra da kaybettiğimize üzülelim! Ah, bu çocuk. Büyüse… Sıkıldığımı bu hayattan, bu düşlerden… Anlayabilse…

Kadın için saçma, anlamsız, özenti birkaç kitap cümlesi geveledi ağzında adam. İki ayrıksı yolun kesişme noktasıydı onların anılar toplamı. Yolların tekrar kendi yönlerine döndüğünü, artık birbirlerine en fazla karşıdan el sallayabileceklerini fark edememişlerdi hâlâ. Beraber okuyacakları kitap, dinleyecekleri türkü kalmamıştı. Kadın aynı şiirlerden sıkılmıştı. O artık başka kitaplar okuyor, sert müzikler dinliyor, onun izlediği filmleri klişe buluyordu.

Adam ise eski heyecanını, merakını yitirmiş, kaprisli, tatminsiz, hayata bakışları asıklaşmış kadına bakıyordu hayretle. Değiştin, diyordu.

Benle yürüseydin. Yürümedin. Yürümek zorunda da değildin elbet. Suçlamıyorum seni ama… Seninle olduğum yerde beklememenin adını ‘değişmek’ koyup da beni böyle bir kenarda bırakıp…

Büyü alışkanlık, alışkanlık sevgi, sevgi bağlılık, bağlılık ağrı, ağrılar zaman geçtikçe anı…

Bitsin desem, harfler dilimi kesecek biliyorum. Karanfil sızacak dudaklarımdan. Dişlerimde kıtır kıtır kalacak diyemediğim tüm diğer kelimeler. Bitsin istemiyorum ki, neden dikiliyorsun böyle kapıma alacaklı gibi? Karanfilin kırık yerlerinden sızan kan yetecek mi boyamaya ellerini? Sen ki henüz masamda ellerini titretmeden sigarasını yakamayan karşımda. Kanlı bir karanfil mi yerleştireceksin sigara diye dudaklarına! Bitmesini istemiyorum. Bitmesin yeter ki, gerisi umrumda da değil aslında.

Sokağın sonu. Tekrar elini çantadaki anahtarına uzatıyor kadın. Sen buradan dön, diyor gülümseyerek. Hüznümü anlamaya en çok yaklaşan adam, sen…

Peki, diyor adam. Ne düşündüğünü belli etmeyen bakışları, ses tonu. Anlamlandıramıyor kadın, elinin kolunun hareketinden. Bu konuda pek de beceriksiz. Kafasına takacak elbet bunu eve gidince. Ama artık bir kere kabullenmişlik var onun ayaklarını sürüyerek yürümesinde.

Şimdi hüznünü sadece kendisine saklamanın nemli keyfi kirpiklerinde.

Deniz Depe

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder